Bize yıllarca “Cumhuriyet” i, “demokrasi” diye anlattılar. Halbuki Çin, Rusya, Küba, İsrail, İran, Irak, Suriye, Libya, Özbekistan vs. de Cumhuriyettir. Ancak İngiltere, Hollanda, Belçika, İspanya, İsveç, Norveç , Danimarka, Japonya sembolik de olsa hâlâ Krallıktır. Birinci saydıklarım totaliter, otoriter, sosyalist veya teolojik Cumhuriyetler iken, ikinciler Demokratik monarşilerdir. Birincilerde hak, hukuk, düşünce hürriyeti, insan hakları hak getire; ikincilerde ise bunların âlâsı var. Bu durumun çok şey anlattığı açıktır. Mühim olan bir Cumhuriyetinizin olması değil, nasıl bir Cumhuriyetinizin olduğudur. Totaliter – otoriter bir Cumhuriyetiniz mi var, Sosyalist bir cumhuriyetiniz mi var, Teokratik bir Cumhuriyetiniz mi var, Bürokratik bir Cumhuriyetiniz mi var, yoksa Demokratik bir Cumhuriyetiniz mi var? İşte bütün mesele budur. Cumhuriyet, kamil bir demokrasi ile taçlanırsa bir anlam ifade eder. Ki biz AK Partililer, kamil demokrasiyi “ileri demokrasi” olarak nitelendiriyoruz. Aksi takdirde sözde Cumhuriyet olursunuz, ama özde Cumhuriyet olamazsınız. Namık Kemal’ın ifadesiyle, zenci bir hatuna “Gülbeyaz” adı vermekle onu beyazlatamazsınız. İnsanlar arasında bir anket yapılsa ve sorulsa, “yukarıda isimleri geçen ve benzeri olan Cumhuriyetlerde mi yaşamak istersiniz yoksa adı geçen Krallıklarda mı yaşamak istersiniz ?” Sizce sonuç ne çıkar ?
Malumdur ki, monarşilerle cumhuriyetler arasındaki temel fark, devletin başındaki kişinin iş başına gelme biçimidir. Bir hanedanın fertleri arasında görev devir teslimi halkın iradesine başvurulmadan yapılıyorsa orada monarşi vardır. Monarkın adının kral, kraliçe, şah, padişah, sultan, hakan, kağan, emir, melik olması sonucu değiştirmez. İsimler farklı olsa da bunlar mahiyet itibariyle aynıdır. Bir ülkede devletin başındaki insan, bir hanedan mensubu olmayıp seçimle işbaşına geliyorsa orada cumhuriyet var demektir. Ancak gerçek anlamda seçimle veya göstermelik seçimle işbaşına gelen cumhurbaşkanları ille de demokrat olacaklar diye bir şey yoktur. Ne yazık ki, yaşadığımız dünyadaki cumhuriyetlerin çoğunluğu demokratik değildir.
Esasen çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeye yakışan yönetim biçimi Cumhuriyet’tir. Asr-ı Saadet’te adı konmamış bir Cumhuriyet uygulaması vardır. Hz. Peygamber, kendisinden sonra devletin başına kendi ailesinden birinin geçmesini vasiyet etmemiştir. O günkü İslam toplumu, kendi içinden, liyakat esasına göre devletin başına gelecek ve daha sonra adına Halife denecek devlet başkanlarını bir çeşit seçimle işbaşına getirmiştir. Dört Halife’den sonra Emeviler hilafet sistemini saltanata dönüştürerek İslamiyete en büyük kötülüğü yapmışlardır.
Türkiye’de, muhafazakarlar oldum olası sanki Cumhuriyet düşmanı ve saltanat hayranıymış gibi sunulmuştur ancak bu doğru bir tesbit değildir. Elbette saltanat özlemcisi olan, padişahları bütün beşeri vasıflardan arındırarak hatasız, günahsız, kusursuz olarak görmek isteyen azınlık bir muhafazakar kitle vardır. Tıpkı bir kısım Kemalistlerin Atatürk’e sublimasyon uygulayarak adeta ilkel kabilelerin ecdat ruhlarına tapmaları gibi, işi tapınmaya kadar götüren bir kitlenin varlığı gibi. Muhafazakar insanların karşı olduğu cumhuriyet, halkın iradesine dayalı olmayıp sivil ve askeri bürokrasinin hakimiyyetine dayalı olan Bürokratik Cumhuriyet’tir. Yıllarca halkın iradesine dayanarak iktidara gelen siyasi irade, bu sivil ve askeri bürokrasinin adeta esiri haline getirildi. Bazısı darbelerle alaşağı edildi, bir kısmı ise son nefesini dar ağaçlarında verdi.
AK Parti’nin programının sonuç bölümünde bizim Cumhuriyetimizin karakteri ve özlemi duyulan Cumhuriyet’le ilgili olarak şu ifadeler yer almıştır: “Cumhuriyet, binlerce yıllık tarihimiz içerisinde elde ettiğimiz kazançların en önemlilerindendir. Bütün gayretlere ve gelişmelere rağmen AK PARTİ, Cumhuriyetimizin demokratik bir cumhuriyet olması için bugüne kadar alınan mesafenin çok yetersiz olduğuna inanmaktadır. Bu programın içtenlikle benimsediği siyasi doğrultu ve önerilerle Cumhuriyetimizin hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik bir yapıya kavuşturulması hedeflenmiştir.”
Bu hedeflerin neresinde olduğumuzu herkesten önce biz AK Partililerin Cumhuriyetimizin 94. ve iktidarımızın 16. yılında oturup düşünmek zorundayız. Özgürlük ve güvenlik dengesinde, devlet karşısında bireyin ne kadar güçlü ve emin olduğu konusunda, düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü gibi konularda ne kadar mesafe aldığımızı sorgulamak, başkalarından önce bize düşer.
Çünkü programımızın sonuç bölümünde devamla şunları vadetmişiz: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın felsefesinden hareketle partimiz, bütün politikalarının merkezine bireyi koymuştur. Başta düşünce, ifade, inanç, eğitim, örgütlenme ve teşebbüs özgürlükleri olmak üzere bütün sivil ve siyasi özgürlükleri, çoğulculuğun, barış ve uzlaşmanın temel şartı olarak görüyoruz. Tüm bu özgürlükler Türkiye’yi herkes için yarınlarından emin olacakları büyük bir umut haline getirmenin de olmazsa olmaz şartlarıdır.
Partimiz din, dil, mezhep, bölge, etnik köken ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birinci sınıf vatandaş olarak görür ve kucaklar. Bizim demokratik anlayışımızda farklılıkların birbirine dönüşme mecburiyeti yoktur. Tarihi tecrübemizden süzülerek gelen farklı olanların bir arada barış içinde yaşama kültürü de bundan başka bir şey değildir. Haklı zayıfları, haksız güçlülere karşı korumak, vazgeçilmez prensiplerimizden biridir. Bu nedenle programımız, bir kısım veya kesimin huzur ve mutluluğunu değil, herkesin huzur ve mutluluğunu sağlamayı hedeflemektedir.
Partimizin bu programda hayata geçireceği yönetim anlayışında, devlet buyurganlık bakımından iri ve hantal bir devlet değil, kaliteli hizmet üretme işlevi ve etkinliği açısından güçlü bir devlet olacaktır. Ülke bütünlüğü ve milli egemenliğe saygı çerçevesinde çoğulculuğa ve çok sesliliğe dayanan bir yönetim anlayışında, devlet bir orkestra şefi konumunda olacaktır. Dayatan, direten, rant dağıtan bir devlet değil; düzenleyen, denetleyen, fırsat yaratan, teşvik eden ve yol gösteren bir devlet, 21. yüzyılın hakim demokratik anlayışının bir gereğidir. Ülkemizi dünya sahnesinde hakkettiği yere getirecek olan da budur.”
Malumdur ki, parti programları, vatandaş ile onların oylarına talip olan siyasi partiler arasında bir sözleşmedir. AK Parti Programı’nda en çok emeği olanlardan biri ve “Sonuç” kısmını bizzat kaleme almış bir kişi olarak aynı zamanda hafıza kayıtlarımda bulunan bu ifadeleri böyle anlamlı bir günde başta AK Parti’ li arkadaşlarım olmak üzere kamuoyu ile paylaşmak istedim. Cumhuriyetimizin daha nice yıllar, ama demokrasiyle taçlanmış bir hukuk devleti olarak yoluna devam etmesi ve payidar olması dileğiyle bütün vatandaşlarımızın Cumhuriyet Bayramı’nı tebrik ederim.