Ülkemizde tarihi konulara yaklaşımda ne yazık ki, çarpık bir durum var.
Atatürk’e yönelttiğiniz en ufak eleştiri üzerine Kemalistler büyük günahlardan birini işlemişsiniz gibi size saldırmaya başlarlar: Ne Cumhuriyet düşmanlığınız ne de vatan hainliğiniz kalır. Sultan Abdülhamid’i eleştirdiniz mi, muhafazakar mahalledeki bazı tarih ve ecdat tapıcıları sizi din, tarih ve ecdat düşmanı ilan ederler. Benim yazdığım ve 2023’te Alfa Yayınları tarafından yayımlanan Sultan Abdülhamid isimli kitabımın “Önsöz” ünde Türkiye’deki bu hasta zihniyeti eleştirdim. Söz konusu Önsöz’ü aşağıdaki takdire sunuyorum.
ÖNSÖZ
Bizde oldum olası, tarihi şahsiyetlerle ilgili olarak ifrat veya tefrit uçlarında dolaşan bir yaklaşım vardır. İçinde bulunduğumuz camiaların peşin kabullerine dayalı olarak sevdiklerimize toz kondurmazken sevmediklerimizi ise yerin dibine geçiririz.
Aslında söz konusu yaklaşım, eğitilme tarzımızla da doğrudan ilgilidir. Bizler lineer bir yaklaşımla yetiştiriliyoruz. Buna, düz mantık da denebilir. Bize göre bir şey ya iyidir ya kötüdür; ya siyahtır, ya beyazdır; ya güzeldir, ya çirkindir. Bu yaklaşım asla ara ton tanımaz. Halbuki hayatın ve eşyanın tabiatı bu yaklaşıma tamamen zıttır.
Lineer mantık, bizde ayrıca sublimasyon, yani gereksiz derecede yüceltme, adeta tanrılaştırma denen bir hastalığın yerleşmesine yol açmıştır. Fatih’i, Yavuz’u veya Kanunî’ yi mi seviyoruz, onların da insan olduğunu, etten kemikten yaratıldıklarını, aşklarının, sevgilerinin, nefretlerinin, korkularının, endişelerinin ve zaaflarının olduğu gerçeğini unutuyoruz. Sultan Abdülhamid’i mi seviyoruz, onun etrafında efsaneler üretiyor ve onu adeta kutsuyoruz. Atatürk’ü mü seviyoruz, işi adeta tapınma derecesine vardırıyoruz. Tam tersine eğer bu tarihi şahsiyetleri sevmiyorsak, işi nefret derecesine vardırıp sabah akşam onlara hakaret ediyor, iftira ediyor, hatta küfrediyoruz.
Bir milletin milli hatıraları olan tarihe ve tarihi şahsiyetlere bu şekilde yaklaşmak aynı zamanda patolojik bir durumdur. Çünkü aşk kusur göstermez; kin ve nefret de iyilik ve sevap göstermez. Hele ki, aşklarımızı ve nefretlerimizi ideolojik saplantılarımız belirliyorsa takım tutar gibi padişah, devlet adamı, şair ve yazar tutmaya başlarız. En iyi şairi, dünya görüşümüze, ideolojik tercihlerimize uymuyor diye yok sayarız. Halbuki, bir san’atkarı sadece İdeolojik kriterlere göre değerlendirmek bülbülü eti için öldürmek gibidir.
İdeolojik muhalif ve muarızlarımız, genel olarak Osmanlı padişahlarından nefret mi ediyor, o zaman biz onlara adeta “ismet sıfatı”nı layık görüyoruz. Halbuki İsmet sıfatı, yani günahsızlık peygamberlere hastır. Peygamberlerin dışındaki şahıslar Halife de olsalar onlara bu sıfatı veremeyiz. Unutmayalım ki başta, Yezid olmak üzere, Emevi ve Abbasiler’in hilafeti acımasız bir saltanata dönüştüren bütün halifeleri, Osmanlıların, görünüşte devletin bekası için, kundaktaki kardeşlerini katleden padişahları da “İslam Halifesi” unvanlarını taşıyorlardı.
İşin özü mazi düşmanlığı, tarih ve ecdat düşmanlığı ne kadar hastalıklı bir ruh hali ise “maziperestlik” yani geçmişimizde, tarihte ne varsa bunları kutsama yaklaşımı da o kadar hastalıklı bir ruhun tezahürüdür.
Tarih, ibret ilmidir. Biz tarihi, geçmişte düşülen hatalara bugün tekrar düşmemek, geçmişteki iyi ve güzel şeyleri ise günümüze ve geleceğimize ışık tutmak için okur ve okuturuz. Ne var ki, okuduğumuz veya okuttuğumuz tarih doğru olmalı. Ders kitapları veya dizilerle süsleyip boyadığımız tarihin, günün birinde boyaları döküldüğünde genç nesiller sonrasında kendisine öğretilen hiçbir şeye, doğru da olsa inanmamaya başlar.
Tarih okumak, araba süren bir kişinin arada bir, ihtiyaç oldukça dikiz aynasına bakması gibidir. Unutmayalım ki, ön cam dikiz aynasının yüz katı büyüklüğündedir. Ön cama bakıp araba sürmesi gereken bir sürücü, sürekli dikiz aynasına bakarsa arabayı ya duvara ya da bir kayaya bindirir. Bilinmelidir ki günümüzün zayıflık ve eksikliğini geçmiş süslemeleriyle telafi edemeyiz. Hayallerini, hatıralarının önüne geçiremeyen kişiler veya toplumlar gerçek anlamda başarı hikayeleri yazamazlar.
Sultan Abdülhamid de bütün faniler gibi, hatasıyla sevabıyla izler bırakarak bu alemden göçüp gitti. Bize düşen övgü ve sövgü saplantısına düşmeden onu gerçek yüzüyle tanımak ve tanıtmaktır. Onun sıkı idaresine, “Devlet-i Ebed-müddet”, “Devletin Bekası”, “Hilafetin Bekası” gibi mazeretler üretenler bilsinler ki, yanılıyorlar. Çünkü bütün despot rejimler bu ve benzeri mazeretlere sığınıyorlar. Unutmayalım ki, yönetimde esas olan, insanların huzur ve mutluluğudur. Devlet bunu sağlıyorsa bir anlam ifade eder. Günümüz dünyasında da özgürlükleri, güvenlik kaygısına feda eden yönetimler de “kamu düzeni ve güvenliği”, “devletin bekası”, “milli menfaatlerimiz”, “asayişin temini” gibi gerekçeler ileri sürüyorlar.
Tarih gösterdi ki, Osmanlı Devleti dahil, hiçbir devlet için “bâkilik” söz konusu değildir. Esasen” Ezelî” ve “Ebedî” sıfatları Allah’tan başka hiçbir şey için kullanılamaz. Mezarlarımızın bile neredeyse hepsinin üstünde “El Bâki, Hüve’l- Bâki” diye yazar. Yani, “Bâki olan sadece O’dur”. Bırakın Bâki olmayı, birçok Müslüman fatih, “Gâlip” olmayı bile, inancının gereği olarak, Allah’a mahsus bir şey olarak kabul etmiştir. Bu yaklaşımdan dolayıdır ki, İspanya’nın güneyinde muhteşem bir medeniyet kuran Endülüs Müslümanları, başta Elhamra Saray’ı olmak üzere, yaptıkları her eserin neredeyse her taşına Yusuf Suresi 21. Ayetten ilham alarak “La Gâlibe İllallah” yani, “Allah’tan başka gâlip yoktur.” sözünü kazımışlardır. Bizim, tarihte galip ve muzaffer diye bildiğimiz kimseler, yaşadıkları sürece kimseye mağlup olmasalar da eninde sonunda ecele yani ölüme mağlup olmuşlardır.
Cumhuriyet döneminde, yeni rejimi kabul ettirmek ve kökleştirmek için geçmişe düşmanlık bir devlet politikası haline getirilmiştir. Nitekim Atatürk, 1928 yılında Ruşen Eşref’e verdiği bir mülakatta bunu itiraf etmiştir: “Lâikiz” dedik, dinle ilişiğimizi devlet olarak kestik. “Cumhuriyetiz” dedik rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik, kazanılmış büyük zaferleri bile birkaç satırla geçiştirmeye başladık. Latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık.”
Son yıllarda, muhafazakâr camianın bir kısmı adeta Kemalizm’e karşı “Hamidizm” diye nitelendirebileceğimiz yeni bir ideoloji ile ortaya çıktı. Çünkü bizim ülkemizde tavırlarımız oldum olası reaksiyoner olmuştur. Solcular, Kemalistler Sultan Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” mı diyor, o zaman, o, belli bir kesim için “Ulu Hakan”dır.
Bu kitapçıkta, soru ve cevaplarla Sultan II. Abdülhamid’in ne olup olmadığını, tarihi belgeler ışında ortaya koyacağız. TRT marifetiyle, büyük paralar harcanarak çekilen dizilerde adeta bir tarih fetişizmi yapılmaktadır. “Payitaht Abdülhamid” isimli dizide, asla var olmamış bir Abdülhamid kamuoyuna sunulmaktadır. Bir televizyon dizisi elbette belgesel değildir, yüzde yüz tarihi gerçeklerle uyuşmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Ne var ki devletin resmi kanalında tamamen tarihi gerçeklere aykırı bir diziyi halka seyrettirmek de çok ahlaki olmasa gerek.
Hiç şüphe yok ki, Sultan Abdülhamid, hakkında en fazla çelişkili hükümler verilen tarihi şahsiyetlerinden birisidir. Vefatının üzerinden yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen bazıları için hala örnek bir devlet adamı, bazıları için ise hala nefret edilen bir şahsiyettir. Hakkında yüzlerce eser yazılmasına rağmen hala Sultan’la ilgili ciddi bir kafa karışıklığı vardır. Çünkü bu eserlerin çoğu ya iyi veya kötü olarak inanılan bir Sultan Abdülhamid portresi çizmektedir. Hiçbir insanın bütün yönleri ve icraatı iyi veya kötü olmaz. Merhum Sultan elbette nihai hesabını Allah’a verecektir. Biz burada, kendisinin hem doğrularını hem de yanlışlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Bu kitap, genel okuyucu hesaba katılarak oldukça sade bir dil ve yaklaşımla yazılmıştır. Bütün yazılanlar tarihi bilgi ve belgelere dayalı olmasına rağmen “bilimsellik” iddiasıyla konular teferruata boğulmamıştır. Bilimsel çalışmalarının çoğu, Sultan Abdülhamid dönemi ve uzantılarına dair bir akademisyen olarak döneme ve zıtların adamı olan Sultan Abdülhamid meselesine bir parça katkıda bulunabilirsem kendimi bahtiyar sayacağım.