İdeolojik muhalif ve muarızlarımız, genel olarak Osmanlı padişahlarından nefret mi ediyor ?
İdeolojik muhalif ve muarızlarımız, genel olarak Osmanlı padişahlarından nefret mi ediyor, o zaman biz onlara adeta “ismet sıfatı”nı layık görüyoruz. Halbuki İsmet sıfatı, yani günahsızlık peygamberlere hastır. Peygamberlerin dışındaki şahıslar Halife de olsalar onlara bu sıfatı veremeyiz. Unutmayalım ki başta, Yezid olmak üzere, Emevi ve Abbasiler’in hilafeti acımasız bir saltanata dönüştüren bütün halifeleri, Osmanlıların, görünüşte devletin bekası için, kundaktaki kardeşlerini katleden padişahları da “İslam Halifesi” ünvanlarını taşıyorlardı.
İşin özü mazi düşmanlığı, tarih ve ecdat düşmanlığı ne kadar hastalıklı bir ruh hali ise “maziperestlik” yani geçmişimizde, tarihte ne varsa bunları kutsama yaklaşımı da o kadar hastalıklı bir ruhun tezahürüdür.
Tarih, ibret ilmidir. Biz tarihi, geçmişte düşülen hatalara bugün tekrar düşmemek, geçmişteki iyi ve güzel şeyleri ise günümüze ve geleceğimize ışık tutmak için okur ve okuturuz. Ne var ki, okuduğumuz veya okuttuğumuz tarih doğru olmalı. Ders kitapları veya dizilerle süsleyip boyadığımız tarihin, günün birinde boyaları döküldüğünde genç nesiller sonrasında kendisine öğretilen hiç bir şeye, doğru da olsa inanmamaya başlar.
Tarih okumak, araba süren bir kişinin arada bir, ihtiyaç oldukça dikiz aynasına bakması gibidir. Unutmayalım ki, ön cam dikiz aynasının yüz katı büyüklüğündedir. Ön cama bakıp araba sürmesi gereken bir sürücü, sürekli dikiz aynasına bakarsa arabayı ya duvara ya da bir kayaya bindirir. Bilinmelidir ki günümüzün zayıflık ve eksikliğini geçmiş süslemeleriyle telafi edemeyiz. Hayallerini, hatıralarının önüne geçiremeyen kişiler veya toplumlar gerçek anlamda başarı hikayeleri yazamazlar.
Sultan Abdülhamid de bütün faniler gibi, hatasıyla sevabıyla izler bırakarak bu alemden göçüp gitti. Bize düşen övgü ve sövgü saplantısına düşmeden onu gerçek yüzüyle tanımak ve tanıtmaktır. Onun sıkı idaresine, “Devlet-i Ebed-müddet”, “Devletin Bekası”, “Hilafetin Bekası” gibi mazeretler üretenler bilsinler ki, yanılıyorlar. Çünkü bütün despot rejimler bu ve benzeri mazeretlere sığınıyorlar. Unutmayalım ki, yönetimde esas olan, insanların huzur ve mutluluğudur. Devlet bunu sağlıyorsa bir anlam ifade eder. Günümüz dünyasında da özgürlükleri, güvenlik kaygısına feda eden yönetimler de “kamu düzeni ve güvenliği”, “devletin bekası”, “milli menfaatlerimiz”, “asayişin temini” gibi gerekçeler ileri sürüyorlar.
Tarih gösterdi ki, Osmanlı Devleti dahil, hiç bir devlet için “bâkilik” söz konusu değildir. Esasen” Ezelî” ve “Ebedî” sıfatları Allah’tan başka hiç bir şey için kullanılamaz. Mezarlarımızın bile neredeyse hepsinin üstünde “El Bâki, Hüve’l- Bâki” diye yazar. Yani, “Bâki olan sadece O’dur”. Bırakın Bâki olmayı, birçok Müslüman fatih, “Gâlip” olmayı bile, inancının gereği olarak, Allah’a mahsus bir şey olarak kabul etmiştir. Bu yaklaşımdan dolayıdır ki, İspanya’nın güneyinde muhteşem bir medeniyet kuran Endülüs Müslümanları, başta Elhamra Saray’ı olmak üzere, yaptıkları her eserin neredeyse her taşına Yusuf Suresi 21. Ayetten ilham alarak “La Gâlibe İllallah” yani, “Allah’tan başka gâlip yoktur.” sözünü kazımışlardır. Bizim,tarihte galip ve muzaffer diye bildiğimiz kimseler, yaşadıkları sürece kimseye mağlup olmasalar da eninde sonunda ecele yani ölüme mağlup olmuşlardır.
Bu uzun ve genel girişten sonra Sultan Abdülhamid özeline geçebiliriz. Umarım ki, her türlü peşin hükümden sıyrılarak ortaya bir Sultan Abdülhamid portresi koymaya çalışacağım.