Sultan Abdülhamid Devrinde Ekonomi
İlber Ortaylı Hoca, 19. Yüzyıla “En Uzun Yüzyıl” der. Hatta bu ismi taşıyan çok önemli bir kitabı vardır. Elbette her asır, yüz yıldır ama gerçekten 19. Yüzyıl bizim açımızdan o kadar çok yıkılışa, devrilişe, felakete ve zaafa sahne olmuştur ki, bir türlü bitmek bilmemiştir.
Ekonomik açıdan da en zor yüzyıllarımızdan biri 19. Yüzyıldır. Osmanlı Devleti, bütün Müslüman toplumlar gibi, Sanayi Devrimlerini ıskalamış, el tezgahlarına dayanan ekonomisi, Avrupa’nın fabrikasyonu karşısında iflas etmiştir. İlkel asırlardaki tarzda yapılan tarımımız da dünya ile rekabet etme kabiliyetini kaybetmiştir. Askeri alanlarda yapılan yenilik ve modernleşme hayatın bütün alanlarında yapılamadığı için çare olmamıştır.
1854 yılına kadar, dışarıdan borç almadan gelen Osmanlı Devleti, hem devlete hakim olan debdebe, lüks ve şatafat düşkünlüğünün finansmanını karşılamak, hem de bu yıl girilen Kırım Savaşı’nın harcamaları için ilk defa dış borç almıştır. Devletin hazinesi ağzına kadar dolu olan asırlarda sadece Topkapı Sarayı ile yetinilirken, çöküşün başladığı 19. Asrın ikinci yarısında peş peşe saraylar ve köşkler inşa edilmiştir. Bugün İstanbul’da hâlâ ayakta olan köşk ve sarayların, Topkapı hariç,hepsi çöküş döneminde yapılan eserlerdir. Malum, müflis iş adamlarının çoğu, uzun sürmese de, daha iyi giyinir, daha iyi arabalara biner ve daha iyi ofislerde otururlar. Böylelikle etrafa “yıkılmadım,ayaktayım” mesajı verilmeye çalışılır. Osmanlı yönetimi de Avrupa karşısındaki zayıflık kompleksini onların Buckingham Sarayı, Versailles Sarayı veya Sen Petersburg Sarayı gibi Saraylar inşa ederek yenmeye çalışmıştır. Sultan Abdülhamid, Topkapı Sarayı’nda doğmuş, Dolmabahçe Sarayı’nda büyümüş, Yıldız Sarayı’nda hükmetmiş ve nihayet Beylerbeyi Sarayı’nda vefat etmiştir.
Elle tutulan üretim olmadığı için, borcu borçla kapatma, borcun faizi için borç alma artık Osmanlı idaresinin kaçınılmazı olmuştur. Sultan Abdülmecit zamanında başlayan borçlanma serüveni, kardeşi Sultan Abdülaziz döneminde zirveye çıkmıştır. Öyle ki, 1874 yılında, iki Galata sarrafından alınan borç, 27 yıl boyunca ödenmediği için 1901 yılında, alacaklıların Fransızları devreye sokmasıyla uluslararası bir kriz haline gelmiş, Fransızlar buna karşılık, o zaman bizim olan Midilli adasına asker çıkarmıştır. Ancak sarraflar Lorando ve Tubini’ye borcun, faiziyle birlikte, son kuruşuna kadar ödenmesinden sonra Fransızlar askerlerini çekmişlerdir. Fransızlar, sadece tahsilatçılık yapmakla kalmamışlar, bu meseleyi kullanarak kendileri için de birçok imtiyaz koparmışlardır.
Alınan borçlar, geri dönüşümü olan yatırımlara değil, büyük çapta devletin cari giderlerine ve az bir miktarı ise hizmet sektörüne harcanmıştır. Sultan Abdülhamid tahta çıktığı zaman, amcası Sultan Abdülaziz moratoryum ilan etmişti. Yani alacaklı ülkelere “borçlarımı ödeyemiyorum” demişti.
Türkiye’yi çok iyi bilen “Doğu’nun Ruhu” kitabının yazarı ,Türk dostu İngiliz diplomat ve fikir adamı David Urquhart, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid’e uzun mektuplar yazarak borçlandırmanın büyük bir tuzak olduğunu ve mutlaka bu beladan kurtulmaları gerektiğini defalarca yazmıştı. Bu mektupların çoğu mabeyn (padişahların özel kalemi)engeline takılarak adı geçen padişahlara ulaşmamıştı bile. Bu mektuplarından birini, “Türkler” isimli kitabını tercüme ederek yayımladığım Muhafazakar Parti milletvekili Butler Johnstone İstanbul’a getirmiş ama tüm çabalarına rağmen Hünkar’a ulaştıramamıştır.
(Bkz: Hüseyin Çelik,Türk Dostu İngiliz Dışişleri Komiteleri, İnkılab yayınevi, 1993, İstanbul)
Hakkını yememek lazım Sultan Abdülhamid, 1876’da padişah olduğu zaman Osmanlı Hazinesi ve Maliyesi, yukarıda da belirttiğimiz gibi zaten iflas etmişti. Ne var ki, O, ekonomik olarak ülkeyi şaha kaldıran bir icraatın sahibi de değildir. Eğitim, sağlık, ulaştırma ve haberleşme alanlarında bıraktığı çok önemli hizmetler vardır. Onun zamanında bilim, teknoloji ve tarım alanlarında da ciddi iyileşmeler olmuştur. Ancak bilinenin aksine, Osmanlı Devleti, ekonomik olarak en fazla Sultan Abdülhamid döneminde dışa bağımlı hâle gelmiştir. Rumi 28 Muharrem 1299, Miladî 20 Aralık 1881’de padişah kararnamesi ile Kurulan Duyûn-ı Umumiye Meclisi, tarihimizde yabancıların maliyemize yaptıkları en büyük müdahaledir.
Öyle ki, günümüz IMF’sinin dayatma ve şartları, Düyun – Umumiye’nin şartları ve uygulamaları karşısında çok hafif kalır. Bu kararname ile alacaklı devletler Osmanlı Devleti’nin gelirlerinin çok önemli bir kısmına resmen el koymuşlardır.
1854-1914 yılları arasında dışarıdan toplamda 41 ayrı anlaşmayla borçlanmaya gidilmiş, bunun da toplam 20’si Sultan Abdülhamid dönemine rastlamaktadır. Her ne kadar miktar olarak Sultan Abdülaziz kadar açılmamışsa da, o da dış borçlanma sarmalından devletin yakasını kurtaramamıştır. 1854’te almaya başladığımız dış borçların son taksidini 1954’te ödedik.
( Bkz. Dr. Biltekin Özdemir,Osmanlı Devleti Dış Borçları, Maliye Bakanlığı Yayınları, 2010,s.96)
Sultan’ın 33 yıllık iktidarının ekonomik muhasebesini yapmak ve detaylandırmak elbette bu yazıya sığacak bir konu değildir. Bu alanda da çok sayıda kitap ve makale vardır. Ne var ki, bu yayınların çoğu yine ya Sultan Abdülhamid’i karalama ya da yüceltme yolunu seçmiştir. Bütün malzemeyi değil de, sadece görmek istediklerimizi gördüğümüz sürece tarihî körlüğümüz ne yazık ki devam edecektir.