Sultan Abdülhamid Devrinde Toprak Kaybı
Osmanlı Devleti’nin toprak kaybı, daha 1699 yılındaki Karlofça Antlaşması ile başlamıştır. Bu, aynı zamanda Gerileme Devri’nin başladığı tarih olarak kabul edilir.
Tıpkı insanlar gibi, İmparatorluklar da doğar, büyür, gelişir ve ölürler. Tarih boyunca kurulan bütün İmparatorluklar, miadını doldurunca ölmüşler ve onların külleri üzerinde yeni filiz devletler kurulmuştur. Esas mesele izzetle mi zilletle mi öldükleridir.
Malum, I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu tasfiye oldu. Osmanlı’nın sahip olduğu topraklar üzerinde bugün 30 küsur devlet kurulmuştur. Ancak biz, hepsi ile ya savaşarak ya da başkalarının işgal ve ilhak etmesi sonucunda ayrıldık. Sonuçta Müslüman devletler dahil, onlar bize, biz onlara düşman olduk.
II. Dünya Savaşı’nın ardından Britanya İmparatorluğu tasfiye oldu. Ancak İngilizler bu mukadder sonu gördükleri için, daha 1930’lu yılların başında, kontrollü çözülmeyi kolaylaştırmak için Commonwealth’i kurdular. Bugün, İngiliz Milletler Topluluğu veya Milletler Topluluğu olarak bilinen bu gevşek federasyonun üyesi olan 54 ülke vardır. Bunların üçte biri de Müslümanların çoğunluk olduğu ülkelerdir. İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu ülkelere adeta özgürlük bahşetti ve bağımsızlıklarını ilan eden ülkeler, İngiltere’nin dostu ve müttefiki olarak kalmaya devam ettiler.
Soğuk Savaş’tan sonra Sovyet İmparatorluğu tasfiye oldu. Burada da Rusya Federasyonu, 16 devletin büyük çoğunluğunu Bağımsız Devletler Topluluğu çatısı altında kendisine dost ve müttefik yapmayı başardı. Fransa’nın, İspanya’nın, İtalya’nın, Portekiz’in, Norveç’in, Hollanda’nın, Belçika’nın bile, bazen kendilerinden kat be kat büyük kolonileri vardı. Onlar da, asırlarca sömürü üzerine kurdukları hakimiyetlerine rağmen, eski kolonileri ile büyük çapta dost ve müttefik kalmayı başardılar.
İster Sultan Abdülhamid, ister Sultan X, Y veya Z kim olursa olsun, ekonomisi, bilimi, eğitim sistemi, teknolojisi, sanayisi, tarımı özetle her şeyi, rakip ülkelerin gerisinde kalmış bir ülkeyi eski halinde tutamazdı.
Nitekim, Ziya Paşa, 1870’te Avrupa ülkelerini gördükten sonra yazdığı bir gazelde, bizimle onlar arasındaki farkı şu beyitle özetlemişti: Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm, Dolaştım mülk-i islâmı bütün virâneler gördüm.
Devletin günlük işleyişinden, ordunun silah ve teçhizatının teminine kadar herşeyi dışarıdan alınan borçlarla dönen çok etnik yapılı, çok dinli, çok dilli, üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun toprak kaybını ve yıkılışını geciktirirsiniz ama önleyemezsiniz. Osmanlı Devleti’nin yıkılma ve dağılma sürecini biraz da bu tarafından görmek lazım.
Namık Kemal, daha 1860’lı yıllarda devletin gidişatından acı acı dert yanan yazılar yazıp konuşmalar yapınca dostları, “Ya üstad, sen sürekli devlet elden gitti gidiyor, diyorsun ama yıllar geçiyor, bak bir şey olmuyor. Devlet-i Aliye hâlâ dimdik ayaktadır. “ dediklerinde , Namık Kemal der ki, “ Beyler, bu Mehmet Efendi değil ki, akşam ölsün, sabahleyin dört Müslüman omuzlayıp götürüp defnetsin. Müsaade edin de 600 sene yaşamış bir devletin 50 sene de can çekişmesi sürsün.” Namık Kemal çok haklıydı. Gerçekten 19. Asrın ikinci yarısı ile 20. Yüzyılın başları Osmanlı Devleti’nin can çekişmesine sahne olmuştur. Bu dönemde kazandığımız tek savaş, Kırım Savaşı’dır. Onda da İngiltere, Fransa ve Sardunya (İtalya) ile müttefikiz.
Burada, itiraz edilen nokta şudur: Kemalistlerin Atatürk ve İsmet Paşa etrafında ürettikleri efsaneler gibi, muhafazakar camia da Sultan Abdülhamid adına efsaneler ve yalanlar üretmiştir. Bu yalanlardan biri de “Sultan Hamid zamanında devlet bir karış toprak kaybetmedi.” şeklindeki yalandır. Halbuki Sultan Abdülhamid döneminde kaybedilen toprakların kilometre kare olarak büyüklüğü bugünkü Türkiye’nin iki katından fazladır. Kıbrıs, Tunus, Mısır, Sırbistan, Romanya, Karadağ ile Rumeli’deki irili ufaklı birçok yer onun zamanında kaybedildi. Kars ve Ardahan’ın yıllarca Rusların işgalinde kalması da cabası.
Kıbrıs’ın 1878’de, yani Sultan Hamid’in devri iktidarında, İngiltere’ye nasıl bırakıldığı ise başlı başına bir hadisedir. Yazı serisinin sonunda İngiliz ve Osmanlı arşiv belgelerine dayalı olarak bunu çok net bir şekilde ortaya koyacağım.
Allah selamet versin, Mustafa Müftüoğlu’nun Kemalist resmî tarihe isyan niteliği taşıyan 12 ciltlik en ünlü eserinin adı: “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” şeklindedir. Resmiyet kimin eline geçerse, onun yalan ve yanlışlarla dolu kendi resmî tarihini oluşturması, nesillerimize yapılan büyük bir haksızlık olmaz mı?