Sultan Abdülhamid, Yahudiler ve Siyonizm
Osmanlı Devleti’nde hiç bir devirde, bireysel bazı yaklaşımlar istisna kabul edilirse toplu ve sistematik antisemitizme, yani Yahudi düşmanlığına rastlanmaz. Aksine Osmanlı millet sistemi din esasına dayalı olduğu için Yahudiler de diğer din mensupları gibi zimmî hukukuna tabi tutulmuş, her türlü dinî ve kültürel faaliyetlerini yapmalarına büyük bir serbestiyet sağlanmıştır. Zimmî olmak, bu insanların can, mal ve ırz güvenliklerinin devletin zimmetinde olması demektir.
Osmanlı’da Yahudi düşmanlığı olmadığı gibi, asırlarca sığınmacı Yahudiler Osmanlı Devleti tarafından himaye edilmiştir. Endülüs Emevileri’nden kalan son şehir devleti Granada( Gırnata ) da İspanyollar tarafından ele geçirilip İber Yarımadası’nda Müslüman varlığına son verilince, Yahudilerin de artık o topraklarda yaşamasına imkan bırakılmamıştır. Bütün İspanya’ya hakim olan İsabel ve Ferdinand ikilisi, Kuzey Afrika’ya kaçamayan Müslümanları katlederken, Yahudilere ise ölmek veya dört ay içinde İspanya’yı terk etmek gibi iki seçenek sunmuştur. 1492’de hiç bir Avrupa ülkesi Yahudilerin kendi ülkelerine iltica etmesine müsaade etmemiştir. Ortalıkta perişan bir şekilde kalan Yahudilere Sultan II. Bayezid ülkesinin kapılarını açmıştır.
Nitekim Türkiye Yahudileri, 1989 yılında 500 yıl önce atalarına kapılarını açan Türkiye’ye bir şükran ifadesi olarak “ Beş Yüzüncü Yıl Vakfı”nı kurmuşlardır. Bu vakfın kurucuları arasında Yahudi olmayan ünlü iş adamları ve politikacılar da vardır.
Siyonizm'e gelince işin mahiyeti değişir. Siyonizm, en hafif anlamıyla Yahudi Milliyetçiliği olduğu için her Müslüman gibi şüphesiz Sultan Abdülhamid de bu fanatik ideolojiye karşıydı. Siyonizm'e karşı olmak asla Yahudi düşmanlığı değildir. Sultan’ın kendi vatandaşı olan Yahudilerle de bir derdi olmamıştır. 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde Theodore Herzl’in topladığı Dünya Siyonist Kongresi ile bu acımasız ideoloji tarih sahnesine çıkmıştır.
Ne var ki, Sultan Abdülhamid’in Siyonizm’le mücadelesi ile ilgili olarak yazılıp çizilenlerin çoğu da abartı ve süslemelerden payını almıştır. Dönemin dünyaca meşhur banker ailesi Yahudi Rothchildler, Sultanla ileri derecede içli dışlıdırlar. Kendileri borç vermede cömert oldukları gibi, Sultan da onları nişan ve hediyelere boğmaktan geri durmamıştır. Bu aileyle Osmanlı’nın yakın ilişkisi II. Mahmut döneminde başlamış, Sultan Hamid’in babası Sultan Abdülmecid, Kırım Savaşı esnasında Rothchildler’dan büyük çapta silah satın almıştır.
(Bkz. Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu,Doç. Dr. Sezai Balcı, Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu, Erguvan Yayınları, İstanbul, 2017)
Dünya Siyonizm Kongresi’nin lideri Teodor Herzl ile Sultan Abdülhamid arasında Filistin üzerine geçtiği iddia edilen meşhur diyalog da hiç bir belgesi olmayan bir tevatürden ibarettir. Aksine Teodor Herzl’in, 1902’de Sultan’ı ziyareti esnasında Sultan tarafından hüsn-i kabul görmüştür. Yani, kendisine nezaketle muamele edilmiş, ağırlanıp uğurlanmıştır. Ayrıca farklı zamanlarda Herzl’e üçüncü ve birinci dereceden Mecidî nişanlar da verilmiştir. (Bkz. Prof. Dr. Vahdettin Engin, Pazarlık, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2017)
Sultan Abdülhamid, bilinenin aksine Rothschildler’in Filistin’de koloniler kurmalarına müsaade ettiği gibi, Musevilerin burada arazi satın almasına da müsaade etmiştir. Yabancı kaynaklar değil, Balcıoğlu ve Balcı, yukarıda adı geçen eserlerinde Başbakanlık Arşivi’ndeki belgelere dayalı olarak bu durumu çok net bir biçimde ortaya koymuşlardır.
Sultan Abdülhamid’e hall fetvasını sunan ekibin içinde bulunan Selanik Yahudisi ve aynı zamanda Mebusu Emmanuel Karasu’nun konumu da yıllarca farklı yorumlanmıştır. Esasen ortaya çıkmıştır ki adı geçen şahıs aslında Sultan’ın jurnalcılarından biridir. Karasu, padişahın tahttan indirilmesi fetvasını bir Yahudi olarak değil, İttihat ve Terakki Partisi’nin bir milletvekili sıfatıyla sunan biridir. Padişahın kabinesinde Yahudi bakanların olmasının yadırganmadığı bir dönemde, Yahudi bir Osmanlı milletvekilinin böyle bir misyonu yüklenmesi de yadırganmıyordu.
Unutmayalım ki, Sultan Abdülhamid, bir askeri darbenin sonucunda tahta çıkmıştı; asker ve sivillerin ulemayı da kullanarak yaptıkları bir müdahaleyle tahttan indirilmişti. Siyasî iradeye karşı yapılan her darbeyi lanetlemek lazım. Ayrıca bunu Müslüman ya da Yahudi’nin yapması arasında da bir fark yoktur.