“Şark Meselesi” İslâmiyetin nazil olmasıyla beraber Hıristiyanlık aleminin gündemine gelmiştir. Türkler, İslâmiyetin bayraktarlığını üstlendiği günden beri “Şark Meselesi” nin muhutabı olmuşlardır. Haçlı seferleri Doğu’dan gelen ışığı söndürmek için düzenlendi. Ancak onlar üfürdükçe bu ışık daha da parladı. İslâm ışığının huzmeleri bir yandan Endülüs Emevileri ile Avrupa Hıristiyanlarının gözlerini kamaştırırken öte yandan onlara ortaçağ skolastizmini aşmaları için yol gösterici oldu. “Her kemalin bir zevali vardır” kaidesi Emeviler, Selçuklular, Osmanlılar için de geçerliydi. Bir gün geldi ki yükselme devrinin zaferleri arasından biraz da acınarak bakılan Batı maddeten üstün duruma geçti.
Mikrop potansiyel tehlike olarak hep hazır bulunmuştu. Ancak mikrobun faaliyete geçmesi için vücudun zayıf düşmesi gerekiyordu. Osmanlı Orduları Viyana’yı ikinci kez kuşatırken toplarını bile savaş meydanında terkederek geri çekilmişlerdi. Osmanlı topları eritilerek kiliseye çan olarak takılınca hilalin boynu bükülmeye başladı. 18.Asrın başından itibaren artık Batı, Osmanlı aydınları için bağnazlığın, ortaçağ karanlığının değil, “ziyâ vü zekânın” diyarı idi. Lale Devri’nden itibaren Batı medeniyetinin eşiğinde bocalayan Türk toplumu, kendi hastalıklarını teşhis ve tedavi etme işini de Batılılara bıraktı.
Avrupa, sürekli tırtıl simasını değil, kelebek çehresini gösterdi. Hastalıklarımız için verdikleri tatlı ancak zehirli ilaçlar çok geçmeden karın sancılarına sebep oldu. Artık hastalık kronikleşmişti ve devletin adı “Hasta Adam” dı. Hasta adamın önüne her fırsatta “Şark Meselesi”ni temcit pilavı gibi getirdiler. Şark Meselesi, yerine göre Bulgar meselesi, yerine göre Ermeni meselesi, yerine göre Hristiyanlara imtiyazlar meselesi vs. elbisesini giyiyordu. Ancak amaç, asırlardan beri devam eden Haçlı seferlerinin amacına ulaşması idi. “Zayıf Adam”a çoğu zaman eskisi gibi topla, tüfekle, ordularla saldırmıyorlardı. Bunların yerini, diplomatik oyunlar, ekonomik entrikalar, borçlandırma, şuna buna imtiyaz isteme, dayatma reform yaptırma, bir nevi zoraki ferman ilan ettirme almıştı. İşte böyle bir ortamda Osmanlıların zor günlerinde Batı’dan bazı dost sesler de yükseliyordu. Eserin sahibi Johnstone, bu dost seslerin sahiplerinden biridir. Abdolonyme Ubicini, Eugene Pojade, David Urquhart, Charles Wells, Lamartine, Grand de Nerval, Claude Ferrare, Blasce Ibanez, Gamez Carille, Piyer Loti gibi Batılı aydınlar İslâm dünyasına ve özellikle Türklere, kalın Hıristiyanlık perdesini aralayarak bakabilmiş aydınlardır.